Ana içeriğe atla

Tuz ve Diyabet

Şekerin diyabet nedeni olduğunu biliyorduk, peki ya tuz ?
Diabetologia Dergisinde yayınlanan yeni bir araştırma, erişkin kişilerde tuz tüketiminin tip 2 diyabet  ve latent (gizli) otoimmün diyabet gelişme riskindeki artışla bağlantılı olabileceğini öne sürmüştür.
Beslenmemizdeki ana sodyum kaynağı tuzdur. Tuz (sodyum klorür) %40'ı sodyumdan oluşmuştur, bu demektir ki her 2.5 gram tuz tükettiğimizde 1 gram sodyum almış oluruz. Daha önceki çalışmalar aşırı tuz tüketimin, insülin direncine direk etkisiyle ve/veya yüksek tansiyona ve kilo alımına katkısıyla  tip 2 diyabet gelişimine yol açabileceğini göstermiştir.
 
Latent otoimmün diyabet (LADA) tip 1 diyabetin bir formudur ve pankreasta insülin üreten hücrelerin, vücudun kendi bağışıklık sistemi tarafından yok edilmesiyle oluşur. Normal Tip 1 diyabetin aksine bunda çok yavaş oluşur, bazen yıllar alır. Yetişkinlikte ortaya çıkmasından dolayı yanlışlıkla tip 2 diyabet teşhisi konmasına sebep olabilir.

Araştırmacılar, sodyum alımıyla tip 2 diyabet arasındaki ilişkiyi doğrulamışlar ve yüksek sodyum alımının, özellikle yüksek riskli HLA genotipleri taşıyanlarda, LADA için bir risk faktörü olabileceğini belirtmişlerdir. Bu bulgular, diyabetin başlangıcında birincil olarak önlenmesi konusunda önemli etkilere sahip olabileceğini öne sürmektedir.
Araştırmanın Ayrıntıları
Yapılan çalışmada LADA ve Tip 2 diyabet için 355 ve 1136 kişi ile kontrol grubu olan 1379 kişi karşılaştırıldı. Kişilerin beslenmesi, anket uygulanarak kaydedildi ve günlük alınan kalori, besin öğeleri ve sodyum miktarı hesaplandı. Diyabet riski üzerine genetiğin etkisi de dikkate alındı, hastalar HLA genotipine göre "yüksek risk" veya "diğeri"  olarak ayrıldı.Yaş, cinsiyet, BKİ, sigara, fiziksel aktivite, diyabet öyküsü, alkol, toplam enerji ve potasyum alımı gibi risk faktörlerinin farklılıkları için ayarlamalar yapıldı.

Çalışma sonucunda, günde her ekstra 1 gram sodyum alımının (2.5 gr tuza eşdeğer), Tip 2 diyabet gelişme riskini ortalama %43 arttırdığı gösterilmiş. Katılımcıların sodyum tüketimini 3 gruba ayırdıklarında (düşük 2.4 g, orta 2.4-3.15 g, yüksek 3.15 g üzerinde), en yüksek tüketim grubunun en düşük tüketim grubuna kıyasla % 58 oranında T2D gelişme riski daha yüksek bulunmuştur.


Bununla beraber tuz ağırlıkça yalnızca %40 oranında sodyum içermektedir. Dolayısıyla gerçek tuz tüketimi için düşük tüketim grubu 6.0 gram ve altı; orta tüketim grubu 6.0-7.9 g; ve yüksek grup günde 7.9 gramın üzerindedir.

Sodyum alımının LADA gelişimini üzerine etkisine bakıldığında, günde tüketilen her 1 gram sodyum için %73 artışla ilişkili bulundu. Sodyum alımının "yüksek" (3.15 gr / gün üzeri) olarak sınıflandırıldığı yüksek riskli HLA genotipleri olan bu LADA hastalarının riski, en düşük tüketen grubun (2.4g / günün altında) hastalığa yakalanma olasılığından yaklaşık dört kat daha yüksek bulunmuştur.

Kaynak: Diabetologia. "Sodium (salt) intake is associated with a risk of developing type 2 diabetes."

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Abdominal Obezite & Santral Obezite

Dünya Sağlık Örgütü'ne göre bel/kalça oranı kadınlarda 0.85'den ve erkeklerde ise 1.0'den fazla ise android tip obezite (elma tip obezite- santral obezite- abdominal obezite) olara kabul edilmektedir.  Yağ dağılımının belirlenmesinde Bel/kalça oranı kullanılsa da, tek başına bel çevresi ölçümü, karın bölgesindeki yağ da ğılımı ve sağlığın bozulmasında önemli ve pratik bir gösterge olarak kullanılmaktadır.  Yağın karın bölgesinde ve iç organlarda toplanması insülin direnci ile ilişkilidir. Erkeklerde sınırı 94 cm ve üstü, kadınlarda ise 80 cm ve üstüdür (Risk sınırı). Erkeklerde bel çevresinin 102 cm ve üzeri, kadınlarda ise 88 cm ve üzerinde (yüksek risk sınırı) olması; 💡Tip 2 Diyabet 💡LDL kolesterol ve trigliseritte dalgalanmalar 💡Hipertansiyon 💡Koroner arter hastalıklarının gelişmesinde risk olarak görülmektedir.

Diabetes Mellitus

Diabetes Mellitus (DM) , insülin salınımı, insülin etkisi veya bu faktörlerin her ikisinde de bozukluk nedeniyle ortaya çıkan hiperglisemi (yüksek kan şekeri) ile  karakterize kronik metabolik bir hastalıktır. Yediğimiz besinlerin özellikle karbonhidrat içeren besinlerin çoğu vücutta enerji için kullanılmak üzere glukoza dönüştürülür. Midenin arka yüzeyinde yerleşik bir organ olan pankreas, kaslarımızın ve diğer dokuların kandan glukozu alıp enerji olarak kullanmalarını sağlayan " insülin " adı verilen bir hormon üretir. Besinlerle kana geçen glukoz, insülin hormonu aracılığı ile hücrelere girer. Hücreler glukozu yakıt olarak kullanır . Eğer glukoz miktarı vücudun yakıt ihtiyacından fazla ise karaciğerde (şeker deposu=glikojen), yağ dokusunda depolanır. Diyabeti olmayan bir birey kan şekeri düzeyi açlık halinde 120 mg/dl, tokluk halinde (yemeğe başladıktan iki saat sonra) 140 mg/dl’nin üstüne çıkmaz. Açlıkta veya toklukta ölçülen kan şekeri düzeyinin bu değerlerin üst...